ULUSAL YEMİNİMİZ

12 Ocak 1920’de İstanbul’da çalışmalarına başlayacak
ve tarihe son Osmanlı Mebusan Meclisi olarak geçecek olan parlamentoyu oluşturan milletvekillerinin bir kısmına, Ankara’da bir eylem planı çerçevesinde çok önemli bir “misak” (yemin)tan söz edilmiştir. Bu misak ileride, Türk Kurtuluş Savaşı’nın siyasi programı ve cumhuriyet Türkiyesi’nin dış politikasının dayandığı temel prensiplerinden biri olacaktır.

ULUSAL YEMİNİMİZ

Bu misak, Erzurum ve Sivas Kongreleri temel alınarak saptanan prensip kararlarını içermekte olup, 1920 yılının ilk günlerinde, tek tek ya da ikisi üçü bir arada Ankara’ya gelen milletvekilleriyle yapılan görüşmeler sırasında saptanıp kaleme alınmış, Heyet-i Temsiliye’nin tüm üyelerine imzalatılmıştır.

“Misak-ı Milli” (Ulusal Yemin) olarak bilinen ve tanınan bu metin, 28 Ocak 1920 tarihinde Osmanlı Mebusan Meclisi’nde yapılan bir gizli toplantıda “Ahd-ı Milli Beyannamesi” adı altında kabul edilmiştir. 12 Şubat 1920 tarihinde Mebuslar Meclisi, Edirne Milletvekili Şeref Bey’in önerisi üzerine, Misak-ı Milli’nin bütün dünya parlamentolarına ve basına açıklanmasını kararlaştırmıştır.

Misak-ı Milli, “özgürlük bildirgesi” olarak nitelendirilmiş, zaman zaman “Magna Carta”ya benzetilmiş, hatta “Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisiyle” karşılaştırılmıştır. Misak-ı Milli üzerinde bazı tartışmalar süregelmektedir. Bunların en önemli nedeni, metnin, Meclisin açık ya da gizli resmi oturumlarında değil de, grup niteliğindeki özel toplantılarda görüşülmesi, duyulmaması için tutanak tutulmaması ve imzalanan özgün metnin de elde bulunmamasıdır.

Misak-ı Milli Beyannamesi, 17 Şubat 1920 tarihinde, Edirne Milletvekili Mehmet Şeref (Aykut) Bey’in bir önergesinin kabulü ile Mecliste okunmuş, oybirliği ile benimsenmiştir. Ayrıca kabul edilen nihai metin basına dağıtılacak ve dünya parlamentolarına bildirilecekti.

Şevket Süreyya (Aydemir), meclisin bu vatanperver çıkışı hakkındaki görüşlerini şöyle ifade etmektedir:“O güne ait zabıt hulasaları incelendiği zaman görülür ki, düşman toplarının önünde ve düşman askerlerinin süngüleri altında olsa da, Milli Meclis, başka günler pek bulamadığı ve kavuşamadığı bir yiğitlikle, o gün casaretli anlarından birini yaşamıştır... O gün Meclisin gösterebildiği bu şahlanış, elbette ki hem padişaha, hem hükümete, hem de işgal kuvvetlerine karşı bir ayaklanmaydı.”

Mîsâk-ı Millînin altı maddesi şunlardır:

* Osmanlı Devleti’nin yalnızca Arap çoğunluğu bulunan ve 30 Ekim 1918 tarihli Ateşkes’in imzası sırasında düşman ordularının elinde kalan bölgelerin geleceğini halkın özgürce vereceği oya göre saptamak gerekir. Sözü geçen Ateşkes’in çizdiği sınırlar içinde, dince, soyca ve asılca birlik, birbirlerine karşı saygı ve özveri duygularıyla dolu, gelenekleriyle toplumsal çervelerinde tüm olarak Osmanlı İslam çoğunluğunca oturulan bölgelerin tamamı gerçekten ya da hükmen, hiçbir nedenle ayrılmaz bütündür.

* Halkı özgür kalır kalmaz anayurdu, kendi istekleriyle katılmış olan Kars, Ardahan ve Batum için gerekirse yine halkoyuna başvurulmasını kabul ederiz.

* Geleceği Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’nın hukuksal durumu da özgürce yapılacak halkoyu sonucunda uygun biçimde ortaya konulmalıdır.

* İslam halifeliğinin merkezi ve Osmanlı Saltanatı’nın başkenti İstanbul ile Marmara denizinin güvenliği her türlü tehlikeden uzak olmalıdır. Bu ilke saklı kalmak koşuluyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının dünya ticaretine ve ulaşımına açılması hakkında bizimle öbür bütün devletlerin oybirliğiyle verecekleri karar geçerlidir.

* Yenen devletlerle düşmanları ve bazı ortakları arasında yapılan antlaşmalardaki ilkeler çerçevesinde azınlıkların hakları, çevre ülkelerde bulunan Müslüman halkın da aynı haklardan yararlanmaları koşulu ile tarafımızdan güvence altına alınacaktır.

* Ulusal ekonomik gelişmemize olanak sağlamak ve daha çağdaş bir düzenli yönetimle işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi bizim de tam bir bağımsızlığa ve özgürlüğe gereksinmemiz vardır. Bu, yaşamamızın ve geleceğimizin temelidir. Bu nedenle siyasal, yargısal parasal gelişmemizi önleyecek sınırlamalara karşıyız. Borçlarımızın ödeme biçimi de bu ilkeye aykırı olamaz.

Misak-ı Milli, Milli bir devlet için Anadolu vatanı amacına yönelikti. Yayılmacı hedefler gütmeyen sadece ulusal niteliklere dayalı yeni bir anlayışı onaylamıştı. Bu ise Osmanlı İmparatorluğunun dağıldığı, onunla birlikte Osmanlıcılık,İslam birliği ve Turancılık politikalarının da terk edildiği, yeni sınırlarıyla bir ülkenin oluştuğu anlamına geliyordu.

Savaş sonrası Türk- Yunan nüfus değişimi de Türkiye’deki Türk kimliğinin oluşmasında etkili olmuştur.

Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin ana programını, hem de Türkiye’nin ulusal ve etnik sınırlarını belirten bu Mîsâk-ı Millî; 28 Ocak 1920 Çarşamba günü kabûl edilip, 17 Şubat 1920’de gazete ve ajanslar yoluyla bütün dünyaya ilân edilmiştir. Anadolu’da başlatılan Millî Mücadelenin İstanbul’da Osmanlı Mebuslar Meclisince kabulü, sorunun Devletler Hukukunca sağlanmasını ortaya koyması bakımından önemlidir. Osmanlı Devletinin varlığına ve bağımsızlığına tahammül edemeyen işgalci İtilâf Devletleri, Türk Kurtuluş Mücadelesine karşı harekete geçmiş ve16 Mart 1920’de İstanbul, İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Anadolu, Trakya ve Adalar’daki işgal hareketlerinin hızlanmasına tepki olarak da Türk Milleti, bütün imkanlarını seferber ederek, başlatılan Millî Mücâdeleye katılmış ve onurlu mücadelesini kazanmıştır.

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.