Gerçeklere sahip çıkmak özgürlüğümüze sahip çıkmaktır

CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak Adalet Kurultayı’nda, ‘Geçimde Adalet’ panelinde bir konuşma gerçekleştirdi. CHP’li Öztrak ‘Adalet ve Özgürlük Sözleşmesi’ önerirken; “Türkiye’de mevcut şartlar alrında demokratik bir seçim yapılamaz. Adil ve serbest seçim ancak yeni bir kurumsal çerçeveyle mümkün. Bunun için ‘Adalet ve Özgürlük Sözleşmesi’ni acilen ortaya koymamız gerekiyor” dedi.

Gerçeklere sahip çıkmak özgürlüğümüze sahip çıkmaktır
04 Eylül 2017 Pazartesi 16:12

KURULTAY’DA KONUŞTU
 
CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, Adalet Kurultayı’nda gerçekleştirdiği konuşmada şu ifadeleri kullandı: “Değerli Misafirler; Kıymetli Hanımefendiler, Beyefendiler; Türkiye’nin her alanda adalet aradığı günlerde, bu arayışa katkı veren herkesi saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
 
ÜLKEMİZ NEREDE?
 
Bu panelde geçimde adaleti tartışıyoruz. Adalet olmadan, gelişmiş demokrasi olmadan, hukukun üstünlüğü olmadan geliri artırmak ve geçimi sağlamak mümkün değil. Küresel piyasalarda yüksek yarışma gücü olmadan zenginleşmek mümkün değil. Geliri adaletle dağıtıp geçimde adaleti sağlamadan da gelir artışını sürdürmek mümkün değil. Ben de sözlerime bu açılardan ülkemiz nerede tespit ederek başlamak istiyorum.
 
GAYRİMEŞRU REFERANDUM
 
Türkiye Cumhuriyeti, 1946’da başlayan çok partili yaşam ve demokrasi döneminin belki de en sıkıntılı günlerini yaşamaktadır. Demokrasinin sunduğu imkân, araç ve özgürlükleri istismar eden bir kadro, hukuk devletini, demokrasimizi uçurumun eşiğine getirmiştir. Ülkemiz, bugün daha çok tek adam rejimine, parti devletine doğru hızla sürüklenmektedir. Bunun son örneği iktidarın geçtiğimiz hafta OHAL rejimine dayanarak çıkardığı 203 maddelik KHK. Nisan ayında yapılan halk oylamasında Cumhurbaşkanına ilk genel seçimlerden sonra verilmesi öngörülen yetkilerin önemli bir kısmı 694 sayılı bu KHK ile seçim beklenmeden verildi. İktidar gayrimeşru referandumla milletten aldığını iddia ettiği yetkinin de sınırlarını tanımadı. İstihbarat, meclis, mahkemeler ilk seçime kadar sorumsuz olacak bir Cumhurbaşkanının emrine hızla giriyor. Sivil darbe ara vermeden ilerliyor.
 
HUKUK DEVLETİ BİTME NOKTASINDA
 
Bu gidiş ülkemizde hukuk devletinin, hukukun üstünlüğünün bitme noktasına geldiğini gösteriyor. Türkiye bugün, temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı OHAL rejimiyle yönetilen bir ülke. Temel hak ve özgürlüklerimiz iktidarın tehdidi altında. Sadece son bir yılda Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 19 basamak gerileyerek 2016’da 113 ülke arasında 99. sıraya düştük. Türkiye, G-20 ülkeleri arasında hukukun üstünlüğü sıralamasında en son sırada.
 
KUVVETLER AYRILIĞI ORTADAN KALKTI
 
Ülkemiz şu anda, Anayasa gereği sorumluluğu olmayan ancak partisinin genel başkanı olarak, hükümetin tüm politika ve eylemlerini belirleyen bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetiliyor. Yönetenlerin vatandaşa hesap vermesini sağlayan denge ve denetim mekanizmaları yok ediliyor, kuvvetler ayrılığı bitiriliyor. Yolsuzluk ve adam kayırma algısı zirve yapıyor.
 
SİYASET VE BASIN BASKI ALTINDA
 
Milletin özgürlük, adalet, aş, iş taleplerine çözüm arayacak, cevap verecek siyaset kurumu büyük baskı altında. Haklarındaki hüküm kesinleşmeden milletvekilleri tutuklanmakta milli irade boğazlanmakta. 
Ana muhalefet partisinin liderini dahi tutuklamakla tehdit etme cüreti gösteriliyor. Yine bugün dünyada en çok gazetecinin hapiste olduğu ülke Türkiye. 2011’den bu yana basın özgürlüğü sıralamasındaki yerimiz 51 basamak gerileyerek 199 ülke içinde 163. sıraya inmiş.
 
DEMOKRASİ DEMEK AŞ-İŞ DEMEKTİR
 
Demokrasinin, hukuk devletinin kalitesindeki bozulma ekmeğimizi, aşımızı, işimizi yani geçimimizi tehdit ediyor. Böyle ülkelerde saydamlık ve hesap verme biter, adam kayırmacılık, yolsuzluk ve rüşvet artar, kamu kaynakları belirli ceplere akar, kaynak dağılımının etkinliği bozulur. Milletin aşı, işi büyümez.
 
İHALE KANUNU YAP-BOZA DÖNDÜ
 
Buna en güzel örnek Türkiye’deki kamu ihale mevzuatıdır. Kamu İhale Kanunu, son 15 yılda 42 kez, neredeyse yılda üç defa değişti. Amaç: elbette birilerine uygun elbise dikmek. Ama bu da yetmedi yasal sınırlar zorlanarak gerekli rekabet koşulları sağlanmadan keyfi uygulamalarla kamu kaynakları dağıtılır hale geldi.
 
PAZARLIK USULÜ İHALELER: BEŞ YILDA BEŞE KATLANDI
 
Kamu İhale Kanunu’na göre doğal afet, salgın hastalık veya buna benzer mücbir sebeplerle istisnai olarak kullanılması gereken ‘pazarlık usulüyle ihale’ verme yöntemi hızla artıyor. 2011’de pazarlık usulüyle 4,5 milyar TL’lik iş veren devlet, 2015’te 12 milyar TL’ye, 2016’da ise 22 milyar TL’ye ulaşmış. Sadece son bir yıldaki artış yüzde 86. (2011’de her 100 liralık ihalenin sadece 7 lirası pazarlık usulüyle verilirken, bu rakam 2015’de 9 liraya, 2016’da ise 14 liraya sıçramış.)
 
PARALEL HAZİNE: VARLIK FONU
 
İktidarın hesap vermeden milletin parasını harcama tutkusunun son ama en vahim örneği Türkiye Varlık Fonu oldu. OHAL’in verdiği kararname çıkarma yetkisi kullanılarak devlete ait milyarlarca liralık kamu varlığı sorgusuz sualsiz borç karşılığı ipotek verilmek üzere Fon’a devredildi. Fon aracılığıyla yapılan harcamalar da Sayıştay denetimi dışında tutuldu. Fona, devletin yaptığı tüm harcamalara paralel, sorgusuz sualsiz harcama yetkisi verildi.
 
YOLSUZLUK ALGISI ARTIYOR
 
İktidar hesap vermekten kaçtıkça toplumda yolsuzluk algısı artıyor. Biliyorsunuz Uluslararası Şeffaflık Örgütü diye bir örgüt var. Bu örgütün yaptığı endekse göre Türkiye’de yolsuzluk algısı 2013’ten bu yana hızla artıyor. 2013-2016 arasında ülkeler sıralamasında Türkiye’nin konumu 22 basamak birden kötüleşiyor.
 
DEMOKRASİ VE HUKUK OLMAZSA YATIRIM OLMAZ
 
Demokrasi ve hukuk devletinin kalitesindeki bozulma ülkemizin rekabet gücünü tehdit ediyor. Hukukun üstünlüğünün kalmadığı, can ve mal güvenliğinin olmadığı, ifade özgürlüğünün sınırlandığı, devletin hesap vermediği bir ortamda kimse uzun vadeli taahhüde girmez. Üretken yatırımları yapacak girişimcilerin yerini sıcak paracılar alır. Korkan tüketici, harcamasını asgariye indirir. Aş olmaz iş olmaz ekonomi daralmaya başlar. Nitekim yılın ilk üç ayında makine teçhizat yatırımları, iki yıl önceki düzeyinin altında. Makine-teçhizat yatırımları üç çeyrektir daralıyor. Yatırımcı ürkmüş, iş imkanı sağlayacak yatırımları yapmıyor. Ekonomide aşı ve işi büyütmek, geçimi sağlamak zorlaşıyor. Diğer taraftan insan hakları ve özgürlükler karnemizdeki bozulma dış ticaretimizi de turizmimizi de olumsuz etkiliyor.
 
BORÇ GIRTLAĞI AŞTI
 
Bunlara ek olarak dışarıdan sermaye gelişi de azaldıkça büyüme yavaşlıyor.AKP’nin boçla ekonomiyi şişirmeye dayanan büyüme stratejisi çatırdıyor. Yavaşlayan büyüme, AKP döneminde hızla borca batırılan hane halkını ve küçük ve orta ölçekli şirketleri çok daha fazla etkiliyor. Ekonomik Kriz nedeniyle 2002 yılında yüzde 94’e yükselen, bankalar dışındaki tüm kesimlerin borçlarının ülkenin toplam gelirine oranı, 2007 yılında yüzde 77’ye kadar gerilemişti. Sonrasında hızla artan bu oran bu yılın ilk üç ayında yüzde 109’a yükselerek rekor kırdı.
 
EVİN TAPUSU, ARABANIN RUHSATI BANKALARDA
 
2002-2017 döneminde devletin borcu 9’a, şirketlerin borcu 21’e katlanırken, ailelerin borcu 66’ya katlanmış. Yani toplumun çok büyük bir kısmının evinin tapusu, arabasının ruhsatı bankaların elinde. Dünyanın geçmiş krizlerinden biliyoruz ki olası bir krizde borçlu aileler hızla mülksüzleşecek. Krizin yükü her zaman olduğu gibi yoksulun omuzunda kalacak.
 
EĞİTİMDE NAL TOPLUYORUZ
 
Ülkeyi yöneten kadroların ideolojik önyargıları hem büyümenin kalitesini hem de kapsayıcılığını sınırlıyor. Eğitim sistemindeki durumumuz ortada. Dünya sanayide 4.0’ın, bilgi toplumunun insanını yetiştirmek için uğraşıyor, biz müfredattan evrim teorisini çıkarmakla. Küresel rekabet endeksinde Türkiye eğitimin kalitesi bakımından hızla irtifa kaybediyor. 2013 yılında 148 ülke arasında 91. Sırada iken 2016 yılında 138 ülke arasında 104. Sıraya düşmüşüz. Çocuklarımızın geleceği eğitim üzerinden siyasi rant devşirmeye çalışan bir iktidarın vesayeti altında. Eğitimin başarısını diğer ülkelerle karşılaştıran PISA liginde de (70 ülke arasında 50.) sonlardayız. Üniversite yerleştirme sınavlarını bile doğru dürüst yapamaz hale geldik. Biz insanımızın dünya liginde hem katma değer yaratma, hem de gelir olarak ön sıralara geçmesini nasıl sağlayacağız? Diğer taraftan eğitimin vasat, fikir ve ifade özgürlüğünün zayıf olduğu bir ülkede yaratıcı fikirlerin gelişmesi bu fikirlerin üretim sürecine aktarılması, nitelikli mal ve hizmet üretilmesi mümkün müdür?
 
YÜKSEK TEKNOLOJİLİ ÜRÜN SATAMIYORUZ
 
Elbette değildir. İmalat sanayi ihracatımız içinde yüksek teknolojili ürünlerin payı bu yılın ilk yarısı itibariyle sadece yüzde 4. İlk yarı itibarıyla orta-düşük teknolojili ve düşük teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatımız içindeki payı ise yüzde 62 civarında. Bu oran yıllardır buralarda geziniyor. Oysa vatandaşımızın geçimini kolaylaştırmak ve zenginleşmek için, bizim yükte hafif pahada ağır ürünler üretmeye ihtiyacımız var.
 
REKABET GÜCÜMÜZ GERİLİYOR
 
İşte tüm bu nedenlerle küresel piyasalarda rekabet gücümüz geriliyor. 2012 yılında 144 ülke arasında 43. sıradayken 2016 da 138 ülke arasında 55. sıraya gerilemişiz.
 
EN GÜÇLÜ SİLAHIMIZ GENÇ NÜFUS, İŞSİZLİĞİN PENÇESİNDE
 
Aşı, işi artırmak, bu artışı sürdürülebilir kılmak için elimizdeki en güçlü üstünlüğümüz olan genç nüfus avantajını maalesef kullanamıyoruz. İş bulma ümidini kaybedenlerle beraber işsiz sayısı 5,5 milyon.
Kadınların işgücüne katılımında, üyesi olduğumuz Kalkınma İçin Ekonomik İşbirliği Teşkilatı(OECD) içinde en kötü durumdayız. 15-29 yaş arasındaki her yüz gencimizden 26’sı ne okuyor, ne de bir işi var. Burada da OECD’nin en kötüsüyüz. Ülkemizin en önemli karşılaştırmalı üstünlüğü olan genç nüfusun dörtte biri aylak geziyor.
 
GELİR DAĞILIMINDA ADALET YOK
 
Demokrasinin kalitesi bozuldukça rekabet gücünü yitiren Türkiye; milletin tamamını kucaklayan, kimseyi arkada bırakmayan bir büyümeyi de sağlamakta zorlanıyor. Nitekim Türkiye, OECD içinde gelir dağılımı en bozuk beş ülkeden biri. TÜİK’in en son gelir dağılımı araştırmasına göre 2014’ten 2015’e geçerken gelir dağılımında bozulma var. Bir yılda nüfusun en zengin beşte birinin gelirden aldığı pay 0,6 puan artarken en yoksul dahil diğer tüm beşte birlik dilimlerin payı geriliyor.
Yine yöneticilerin büyük başarı kaydettik dediği bu ülkede; 
- 27 milyon kişi sofrasına 2 günde bir, et, tavuk ya da balık içeren bir kap yemeği koyamıyor.
-12 milyon kişi kışın evini yeterince ısıtamıyor,
- Yaklaşık 20 milyon vatandaşımız borç ve taksit yükü altında eziliyor.
AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı OHAL'i grevleri engellemek için kullandıklarını iş adamlarına övünerek ifade edebiliyor.
 
FAİZ LOBİSİNİ SEVİNDİRİRİYORLAR
 
Bütçe cephesindeki görünüm de parlak değil. 2007’den sonra sorun haline gelen dış açığa şimdi bir de bütçe açığı eklendi. Hızla artan bütçe açığı faiz yükünü artırıyor. Hazine borcunu çevirebilmek için son ihalede 2009’dan bu yana en yüksek faizi verdi.
 
DOĞA KATLEDİLİYOR
 
Ekonomik dengelerle birlikte ekolojik dengelerimiz de hızla yok oluyor. Büyümeyi sürdürmek giderek zorlaşıyor. Çevre hızla tahrip ediliyor. Şehirlerimiz beton kule ve rezidanslarla işgal ediliyor. Derelerimiz, ormanlarımız talan ediliyor. Ülkenin her yanından çevre katliamına karşı protesto sesleri yükseliyor.
 
TÜRKİYE’NİN PORTRESİ
 
Özetle;
-Hukukun üstünlüğünün bittiği,
-Demokrasinin kalitesinin bozulduğu,
-Ülkenin küresel piyasalarda yarışma gücünün hızla düştüğü,
-Gelir dağılımının bozulup dışlanmanın arttığı,
-Ekonomik sosyal ve çevresel dengelerin tahrip edildiği bir dönemdeyiz.
 
OTORİTERLEŞME KISIRDÖNGÜSÜ
 
Ekonomi ve dış politikada yaşanan başarısızlıkların üzeri toplumu kutuplaştırarak ve çekirdek seçmenleri radikalleştirerek otoriterleşerek örtülmeye çalışılıyor. Nitekim halk oylaması sürecinde kullanılan ve oylamadan sonra da dozu giderek artan aşırı milliyetçi ve İslamcı söylemler bunun ön işaretidir.
 
İKTİDAR PARTİSİYLE DEVLET İÇİÇE GEÇTİ
 
İktidar partisiyle devlet arasındaki mesafe giderek yok olmaktadır. Devletle parti iç içe geçmektedir. Siyasi mücadeleye sadece siyasetçiler değil, devletin kurumlarının başına atanan memurlar da devlet gücünü kullanarak katılmaktadır.
 
7 HAZİRAN, YAPTIĞIMIZ SON SERBEST SEÇİM OLABİLİR
 
Unutmayalım tarih, ders alınmadığı takdirde tekerrür eder. 1932 yılında Nazi Partisi’ne oy verenler, 1946’da Çekoslovakya Komünist Partisi’ne oy verenler, bunun ‘oy verdikleri son serbest seçim’ olduğunun farkına varamamıştır. Üzülerek söylemeliyim ki Türkiye’de de bu açık tehdit artık kendisini göstermektedir. Eğer tedbir almazsak bizde de yapılan son serbest ve adil seçim 7 Haziran 2015 seçimleri olabilir.
 
GÜÇLÜ BİR TOPLUMSAL MUHALEFET ORGANİZE EDİLMELİ
 
Peki ne yapacağız veya ne yapmalıyız? Her şeyden önce 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan sonucu iktidarın reddetmesiyle başlayan bu kötü gidişi, gayrimeşruluğu durdurmak için sadece Meclisi değil, meşru her alanı ve mecrayı, sivil toplum kuruluşlarıyla oluşturulacak platformları kesintisiz olarak kullanmalıyız. Güçlü bir toplumsal muhalefet sergilenmezse, bundan sonra yapılacak hiçbir seçim serbest, adil ve eşit olmayacaktır. Bu nedenle ben adalet arayan bu Kurultayı çok önemsiyorum.
 
YENİ BİR TOPLUMSAL SÖZLEŞME ORTAYA KOYMALIYIZ
 
Bu kurultayın başarısını, somut öneriler ve ortak bir yol haritasını içeren bir toplumsal sözleşmeyi ortaya koyabilmesi belirleyecektir. Bu yol haritasında kendimce olmasını gerekli gördüğüm hususları izninizle paylaşmak istiyorum.
 
NİHAİ HEDEF, PARLAMENTER DEMOKRASİYE DÖNÜŞ OLMALI
 
Yapılan hileli halk oylaması ve bununla getirilen ucube rejim toplum vicdanında ‘gayrimeşru’dur. Nihai hedefimiz, her türlü başkanlığa göre, demokratik standartlar açısından çok daha ileri bir noktada olan demokratik parlamenter rejime daha da güçlendirilmiş bir şekilde dönüş olmalıdır.
 
ÖNCELİKLİ İŞ, SEÇİM GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAK
 
Bu nedenle önümüzdeki seçimlerin adil ve serbest şartlarda yapılmasını sağlayacak yeni bir kurumsal çerçevenin derhal getirilmesini sağlamak, ülkemizin en öncelikli işlerinden biri haline gelmiştir. Siyasette yanlış yapanı seçimle değiştirmenin önü kapanırsa ülkenin kesintisiz büyüme, gelirini artırma ve adil paylaşma perspektifi de kaybolur.
 
BU ŞARTLAR ALTINDA SEÇİM MEŞRU BİR SEÇİM OLMAZ
 
Ancak kısa vadede gayri meşru Anayasa değişikliğiyle ortaya çıkan siyasette adil rekabet koşullarını bitiren düzenlemelerin değiştirilmesini de sağlamalıyız. Devletle iktidar arasındaki mesafeyi yok eden saydamlığı ve denetimi engelleyen, tek adam rejiminin önünü açan mevcut hukuki çerçeveyle yapılacak bir seçimi kabul etmek mümkün değildir.Daha yapılmadan kazananı belli olan seçimlere meşruiyet kazandıran aktörler olamayız.
 
ADALET VE ÖZGÜRLÜK SÖZLEŞMESİ
 
Bu amaçla milletimizin önüne bir Adalet ve Özgürlük Sözleşmesi koyabilmeliyiz. Bu sözleşme ile toplumsal muhalefeti artırmalıyız.
 
Bu sözleşme;
 
•OHAL’in derhal kalkmasını,
 
•Seçim Yasası’nın ve Yüksek Seçim Kurulu’nun yapısının uluslararası demokratik standartlara uygun olarak değişmesini, adil seçim yapılmasını güvence altına alacak, seçimlerde devlet ile siyaset arasına mesafe koyacak düzenlemelerin yapılmasını,
 
•Hakimler Savcılar Kurulu’nun üyelerinin belirlenmesindeki yargı bağımsızlığını bitiren mevcut usulün, meslek mensuplarının dengeli bir biçimde temsilini ve Meclis'te (örneğin nitelikli çoğunluk arama gibi yöntemlerle) iktidar ve muhalefet uzlaşmasını sağlayacak şekilde değiştirilmesini,
 
•Ceza Yasasında soruşturma aşamasında da yargıya müdahaleyi suç sayan düzenlemenin yeniden getirilmesini,
 
•Cumhurbaşkanlığı ile Parti Genel Başkanlığının aynı kişide olmamasını,
 
•Cumhurbaşkanının TBMM seçimlerini yenileme yetkisinin kaldırılmasını,
 
•Bürokraside ehliyet ve liyakati sağlayacak önlemlerin getirilmesini,
 
•Hem bunların hem de iç tüzük değişikliklerinin, TBMM’deki tüm partilerin eşit oya sahip olduğu Anayasa ve İç Tüzük Değişikliği Komisyonu eliyle yapılmasını hedeflemelidir.
 
UCUBE BAŞKANLIĞIN KABULÜ DEĞİL, PARLAMENTODA SİYASETİN ASGARİ ŞARTLARI
 
Ancak bu düzenlemeler, gelişmiş demokrasilerin rejimi olan parlamenter sistemden vazgeçtiğimiz anlamına da gelmemelidir. Bunlar siyasetin parlamento zemininde kalması için asgari şartlardır.
 
GERÇEĞE SAHİP ÇIKMAK ÖZGÜRLÜĞE SAHİP ÇIKMAKTIR
 
Mevcut iktidar iktidarı elden bırakmamak için bir yalan rejimi kurmaktadır. Bu yalan rejimine karşı gerçeğe sahip çıkalım. Vaclav Havel’in dediği gibi ’Eğer sistemin temel direği yaşayan bir yalansa, bu sistemi tehdit eden şeyin gerçekler olması hiç de şaşırtıcı değildir’. Unutmayalım ’gerçeklere sahip çıkmak özgürlüğümüze sahip çıkmaktır’. Ben bu vesileyle hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyor, 30 Ağustos Zafer Bayramınızı ve Kurban Bayramınızı kutluyor Kurultayımızın hayırlı sonuçlar doğurmasını temenni ediyorum.
 
 

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.