ATATÜRK’ÜN SON GÜNLERİ VE DEFİN TÖRENİ


Nurhan Acar Azkın

Nurhan Acar Azkın

10 Kasım 2020, 11:09

Bağımsızlık savaşımızın önderi; Laik, demokratik, Çağdaş Cumhuriyetimizin kurucusu ve eşsiz devlet adamı, Büyük Atatürk’ü, ebediyete intikalinin 82. yıldönümünde, bir kez daha saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.Bizlere manevi miras olarak akıl ve bilimi bırakan Mustafa Kemal Atatürk'ü, bilgi çağı olarak adlandırılan 21'inci yüzyılda, onun mirasına sadık kalarak anmak en büyük arzumuzdur.
 
1937 yılına gelindiğinde Türkiye, dünya devletleri arasında itibarlı saygın bir konuma sahiptir. Ancak aynı yılMustafa Kemal Atatürk’ün sağlık problemleri ön plana çıkar. Ulusal çıkarlar ve devlet işlerinde son derece titiz olan, hiç bir mazeret kabul etmeyenAtatürk kendi sağlığına gerektiği kadar özen göstermez. Kişilik olarak da sağlık kurallarınauymak alışkanlığı yoktur. Geceleri çok geç yatma, bir sorunu çözmek için aralıksız çalışma huyuna sahiptir.
 
1937 yılında yorgunluk belirtileri ortaya çıkar. Saçlarıazalır, yüz çizgileri derinleşir. Burun kanamaları ve kaşıntılardan şikâyetleri ortaya çıkar. Mustafa Kemal daha 16 yaşlarında iken, Manastır Askerî İdadisindeciddi bir sıtma hastalığı geçirir. Trablusgarp Savaşı’nda’da gözünden yaralanır ve yaşamı boyunca sağ gözünde %80 görme kaybı ortaya çıkar. Sakarya Meydan Savaşı esnasında böbrek rahatsızlığı nükseder, böbrek taşlarından dolayı şiddetli ağrı ile başkomutanlık görevini ifa eder. Sakarya savaşı esnasında cepheyi teftiş ederken, atının ürkmesi ile yere düşer ve üç kaburga kemiğinin kırılır. Cumhurbaşkanlığıdöneminde, 1924 ve 1927 yıllarında kalp rahatsızlıkları geçirir. 1936’da da soğuk algınlığı sonucuateşli bir akciğer rahatsızlığı geçirir. Hastalıklarını yakın çevresinden ve Türk halkından ustalıkla gizlemeyi bilmiştir.
 
1937 yılının başlarından itibaren Atatürk’ün vücudunda kaşıntılar baş gösterir. Başlangıçta M.Kemalönemsemez,durumunu saklar. Ancak kaşıntılar artınca doktor çağrılır.Atatürk’ün rahatsızlığına ilk teşhisi koyan Yalova Termal Kaplıcaları Müdürü Dr.Nihat Reşat Belger’dir. 22 Ocak 1938’de Dr. Belger kendisini muayene ettiğinde tereddütetmeden teşhisini koyar. Kaşıntının sebebi karaciğer büyümesi ve sertleşmesidir. Hastalık sirozdur. Ciddi bir perhiz ve istirahat gereklidir.
Atatürk bir kaç gün dinlenir. 1 Şubatta Gemlik Suni İpek Fabrikasını, 2 Şubatta
Merinos Fabrikasını açmak için Bursa’ya gelir ve düzenlenen etkinliklere katılır. Ertesi gün
Dolmabahçe sarayına döndüğünde bitkin düşen Atatürk ateşlenmiştir. On günlük bir
tedaviden sonra zatürre hastalığını atlatır.
 
Ankara’da Balkan devlet adamları ile yaptığı uzun süreli Balkan Antantı görüşmeleri onu yorar. Hastalığınınartması üzerine, 6 Martta Türk doktorları tarafından bir konsültasyon yapılır.Fransa’danda tanınmış uzman Prof. Dr. Fiessinger davet edilir. Fransız profesör teşhisi doğrular (28 Mart 1938)
 
Hükümet ilk defa 30 Martta Cumhurbaşkanının hastalığı ile ilgili resmî bir bildiri
yayınlar. Bildiride, Fiessinger’in muayenesi sonucunda Atatürk’ün sağlığında endişe edilecek
bir durum olmadığı ve kendine bir buçuk ay dinlenmenin yeterli görüldüğü belirtilir. Ancak
Atatürk kişisel bir mesele gibi gördüğü Hatay sorununu sonuçlandırmak kararındadır. Fransa’nın Hatay işinisavsaklamasından rahatsızdır. Türkiye’nin bu konudaki kesin kararlılığını göstermek için 20Mayıs’ta Mersin’de askerî birliklerin geçit törenini izler ve 24 Mayıs’ta Adana’da askerîbirlikleri denetler, Ankara’ya döndüğünde yine bitkindir. Bir gün kaldığı Ankara’dan 26Mayıs’ta İstanbul’a hareket eder. Bu artık Ankara’ya dönüşü olmayan bir yolculuktur. Denizhavasının kendisine iyi geleceği ümit edilmektedir. Bu iş için güzel bir yat, Savarona alınır.
 
29 Mayıs’ta yapılan muayenede karnında su toplanmaya başladığı görülür. 1 Haziran’da
“…Bir çocuğun oyuncağını beklemesi gibi beklediği” Savarona yatına girer ve 25 Temmuz’a
kadar orada kalır. Artık üzüntülü günler başlamıştır. 8 Temmuz’da Prof. Fiessinger ikinci defa
gelir. Gerekli uyarılarda bulunur. Ancak Atatürk, 9 Temmuz’daSavarona’da Bakanlar Kuruluna saatlerce başkanlık eder, yorulur. Durumununhassaslaşması üzerine Atatürk, 24/25 Temmuz gecesiDolmabahçe sarayına nakledilir. Artık hastalığın üçüncü evresi başlar.Viyana ve Berlin’den gelen profesörlerle Türk doktorlarımız Atatürk’e konsültasyonyaparlar. Ancak hastalığa bir çare bulamazlar.
 
Hastalığına rağmen, Saray’da Başbakan, Bakanlar, elçiler ve komutanları kabul eden
Atatürk, ülke meselelerini sürekli takip eder. 3 Eylül 1938’de Hatay Devletininkuruluşunu “Cumhuriyet Hükümetinin bir başarısı olarak” coşkuyla kutlar. 5 Eylül’devasiyetini yazar.
Sonraki günlerde rahatsızlığı iyicene artanAtatürk, çok arzu etmesine rağmen 29 Ekim törenleri için Ankara’ya gidemez. Fakat sivil veaskerî erkânı kabul ederek devlet işleriyle meşgul olmaya devam eder.
 
1 Kasım 1938’de TBMM toplantısının açış konuşmasını onun yerine Celâl Bayarokur. 8 Kasımda Atatürk tekrar ağır bir komayagirer. Saat 19.00sularında başlayan koma gittikçe ağırlaşır.
 
Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak 9 Kasım günü Yüce Atamızın son durumunu anılarında şöyle anlatır: "Saat 18.00'den sonra yanından ayrılıp, günlük işlerimle meşgul olmak üzere büroma inmiştim; çok geçmeden fenalaştığını telefonla bildirdiler (saat 18.55). Telaşla hususî daireye koştum; yatak odasının iç içe olan iki kapısı arasındaki boşlukta Ali Kılıç duruyordu. Odaya girdiğim zaman Atatürk'ü şu vaziyette gördüm: Yatağın ortasında, iki elini yanlarına dayamış, oturuyor ve mütemadiyen öğürerek: "Allah kahretsin" diye söyleniyordu; ara sıra da hizmetçilerin tuttukları tasa koyu kahverengi bir mayi (pıhtılaşmış kan) çıkarıyordu.
Nöbetçi Doktor Abrevaya ile o sırada yetişen Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp kendisine yine bir taraftan bazı ilaçlar enjekte etmeye, bir taraftan da buz parçaları yutturmaya başladılar; bir aralık sağında bulunan tuvalet masası üzerindeki saate baktı; her halde iyi göremiyordu ki bana sordu:
"Saat kaç?.."
Cevap verdim: "7.00 Efendim."
Aynı suali bir iki defa daha tekrar etti, aynı cevabı verdim. Biraz sükûnet bulunca yatağa yatırdık; başucuna sokuldum:
"Biraz rahat ettiniz değil mi efendim?.." diye sordum.
"Evet!.." dedi.
Arkamdan Neşet Ömer İrdelp yanaşıp rica etti: "Dilinizi çıkarır mısınız efendim?"
Dilini ancak yarısına kadar çıkardı; Dr. İrdelp tekrar seslendi: "Lütfen biraz daha uzatınız!.." Nafile!.. Artık söyleneni anlayamıyordu; dilini uzatacağı yerde tekrar tamamen çekti; başını biraz sağa çevirerek Dr. İrdelp'e dikkatle baktı ve "Aleykümselam" dedi; son sözü bu oldu ve ikinci ponksiyondan tam 30 saat sonra komaya girdi"
 
9 Kasım günü ve gecesi bu ağır koma devam eder. Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 9'u 5 geçe, İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda hayatını kaybetmiştir.
 
Atatürk’ütedavi eden, iyileştirendoktorlar, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Prof. Dr. Mim Kemal Öke ve Dr. Nihad Reşat Belger ile müşâvir[danışılan] tabipler Prof. Dr. Akil Muhtar Özden, Prof. Dr. Hayrullah Diker, Prof. Dr. Süreyya H. Serter, M. Kâmil Berk ve Dr. AbravayaMarmaralı’dan oluşan kurul, vefat raporunuşöyle hazırlamıştır: “Reisicumhur Atatürk’ün umumî hallerindeki vehamet dün gece 24’te neşredilen tebliğden sonra her an artarak bugün, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09.05’te büyük şefimiz derin koma içinde terkî hayat etmişlerdir.”
 
Atatürk’ün naaşı İstanbul Üniversitesi Teoloji Enstitüsü Müdürü Ord. Prof. Dr. M. Şerafettin Yaltkaya’nın gözetiminde İslâm an’anesine uygun olarak yıkandıktan sonra yine aynı gün, yani 11 Kasım 1938 Cuma günü, Gülhane Tıp Akademisi’nde görev yapan Prof. Dr. Lütfi Aksu tarafından tahnit [Naaşın bozulmasını engelleyen tıbbî işlem] edilir. Cenaze namazı ise naaşın Ankara’ya nakledileceği gün olan 19 Kasım’da kılınır. Atatürk’ün cenaze töreniyle ilgili program 13 Kasım 1938’de Milli Müdafaa Vekili Kâzım Özalp’ın yayınladığı bir genelge ile duyurulur. Genelge, resmî cenaze töreninin 21 Kasım 1938 Pazartesi günü yapılacağını, Atatürk’ün naaşının Ankara’ya nakline kadar, Dolmabahçe Sarayı Merasim Salonu’nda bulundurulacağını ve bu süre zarfında 6 üst rütbeli subay tarafından ihtiram nöbeti tutulacağını, 19 Kasım 1938 günü saat 08.30’da cenazenin Ankara’ya nakil sürecinin başlayacağını ve cenaze alayına Birinci Ordu Müfettişi Fahrettin Altay’ın komuta edeceğini içermektedir.
 
19 Kasım günü Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi tarafından Dolmabahçe Sarayı önünde cenaze namazı kıldırılır. Alman arkeolog Dörner o gün Dolmabahçe Sarayı civarındaki kalabalığı şu şekilde anlatır: 
 
“Yüksek demir kapılar ardına kadar açılmış, güller solmuş, fıskiyeler susmuştu; sadece sarayın merdivenlerinden çıkan yüz binlerce insanın ayak sesi duyuluyordu. Haberi duyan yola koyulmuştu.Düzgün kıyafetleri içinde memurlar, balıkçılar, hamallar, tüccarlar ve işçiler, yaşlı solgun yüzlü siyah çarşaflı kadınlar arasında kürklü mantolu hanımlar, herkes yas tutuyordu.Tek bir kişi bile sarayın halılarına, resimlere, kristal avizelerine bakmıyordu, tüm bakışlar sadece yüksekte duran, yanında genç subayların bronzdan heykellermiş gibi dimdik nöbet tuttukları tabuta dikilmişti.”
 
 Ankara ile birlikte Türkiye’nin tamamında yapılacak cenaze törenine ilişkin hükûmet şu kararları almıştır: -Ankara’da cenaze töreni yapılacak olan 21 Kasım 1938’de ülkedeki resmî kurumlar ve okullar kapalı olacaktır. Özel kuruluşların da kapatılması için vilâyetler tarafından tavsiyelerde bulunulacaktır. -Cenaze merasiminin ertesi gününe kadar bayraklar yarıya çekilecek, sinema, tiyatro, bar gibi eğlence yerlerinin kapalı tutulması da aynı şekilde sağlanacaktır. -Atatürk’ün ölüm tarihi olan 10 Kasım’dan itibaren bir ay süreyle devlet memurları suare ve akşam yemeklerine katılmayacaklar ve kendileri de yemek daveti vermeyeceklerdir. -İl ve ilçe merkezlerinde cenaze merasimi günü Atatürk’ün hatırasını anmak için merasimler ve konuşmalar yapılacaktır.
 
 
Haber yurt içinde çok büyük üzüntü yaratır. Dünyada geniş yankılara yol açar.Ulu Önderin tabutu 12 generaltarafından top arabasına alınarak önce Zafer torpidosuna sonra Yavuz zırhlısına aktarılır.Büyük Önderimizinnaaşını 101 tane top atışı ile selâmlayan Yavuz, şerefli emaneti İzmit’te özel trene aktarır. Yol boyunca halkın gözyaşlarıyla uğurladığı tren, 20 Kasım günü Ankaragarında yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve hükümet erkânı tarafından törenle karşılanır.
 
Ankara, kaderini değiştiren ebedî şefini, 101pare top atışıyla selâmlar. Atatürk’ün tabutu
Türkiye Büyük Millet Meclisinde hazırlanan katafalka konulur. Silâh arkadaşları, general,subay ve askerlerin tazim nöbeti tuttukları katafalkın önünden başta Cumhurbaşkanı olmaküzere, Ankaralılar saygıyla geçerler. Atatürk’ün naaşı 21 Kasım’da görkemli bir törenle,Etnograya Müzesinde hazırlanan, geçici kabre yerleştirilir. Cenaze törenine dünyanın dört bir tarafından gelen temsilciler yer almıştır. Türk halkı ise, herkesimi ile kahramanının tabutunu, hıçkırık ve gözyaşlarıyla istirahatgâhına uğurlar.
 
Türk halkının bu derin acısını ve ebedi Şefine olan minnet ve bağlılığını, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 21 Kasım 1938 tarihli bir bildiri ile dile getirir: “…Devletimizin bânisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi (hizmet edeni); İnsanlıkidealinin mümtaz siması; Eşsiz kahraman Atatürk; Vatan sana minnettardır. Bütün ömrünühizmetine verdiğim Türk milleti ile beraber senin huzurunda tâzim ile eğiliyoruz.”
 
Ulu önderimizinnaaşı, daha sonra, 10 Kasım 1953’te Etnografya müzesinden alınarakebedî istirahatgâhı olan Anıtkabire, yine görkemli bir törenle nakledilir.
 
5 Eylül’devasiyetine göre: “Sahip olduğu bütün para ve hisse senetleriyle Çankaya’dakitaşınır taşınmaz mallarını C.H.P’neterketmiştir. Ancak para ve hisse senetleri İş Bankasıtarafından faizlendirilecek, her sene faizden yaşadıkları sürece adını saydıkları yakınlarına,kendi tespit ettiği miktar üzerinden belirli birer aylık verilecek, ayrıca İsmet İnönü’nünçocuklarına öğrenimleri için gerekli yardım yapılacaktır. Her sene faizden arta kalan miktaryarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.”
 
 
 
 
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Hocam kaleminize sağlık - 3 yıl önce
Hocam kaleminize sağlık