GÜLEN ELMA AĞLAYAN KRAL


Bilge Çağatay Azkın

Bilge Çağatay Azkın

16 Eylül 2013, 14:49

Düşeş Attı George Geldi.

Açlık Oyunları (Hunger Games) filmini bilmem kaçıncı kez seyrediyorum. Zalimler, yoksul gençleri seçip seçip öldürüyor filmde gene.

Anımsarsanız, geçenlerde İngiliz Düşeş bir bebek dünyaya getirmiş, adını George koymuşlardı. Ne parasız eğitim derdi, ne 17 sini geldiğinde gözüne nişan alan sopalı efendisi… Bizim çocukların bahtına atılan zarlar nedense hep yek geliyor... İlginç bir öyküsü var oysa adının.

17 yüzyıl evvel, yağmurlu bir Nisan sabahı, Hasan Dağı'yla Erciyes Dağı arasındaki saklı ülkede bir bebek dünyaya gelir. Kulağına, “adın George, zalimden değil, iyiden, güzelden yana olacaksın” diye fısıldarlar. Doğduğum toprakların sarnıçlarından su içer, kolan vurup at sürer vadi boylarında. Gelveri’nin kaya oyma evlerinde korunur tipiden, yeraltı şehirlerinde saklambaç oynar. Büyür, hem Aziz hem silahşör olur. Nerede zulüm varsa oraya sürer atını. İlkin Filistin’e, ardından İskenderiye…

 

Kapadokya'nın Silahşörü Aziz George

Daha biz Orta Asya steplerinde kıl çadırlarımızdayken, Kuzey Afrika çöllerine bir ejderha dadanmış. Alev saçan diliyle girdiği kenti yakıp yıkar, her gelişinde de kurban almadan gitmezmiş. Önce sütten yeni kesilmiş kuzular, koyunlar, derken sıra gelmiş çocuklara. Sınıf ve rütbe gözetmeden çekilişle belirlenen çocuklar bir bir kurban verilirmiş. Evvela kız çocuklar. Ah şu kız çocuklarının kara bahtı…

Gün gelmiş torbadan zalim kralın kızı çıkmış. Başlamış yalvarıp yakarmaya zalim:

"-Bütün varlığım sizin olsun, kızımı bana bağışlayın!"

Halk "olmaz!" demiş. "Adaletin timsaliydin hani? Herkes gibi o da gidecek!"

Kral, "muradını göremeyeceğim yavrumun" diye gözyaşı döke döke bir gelin gibi süslemiş kızını bembeyaz. Beline, alı bol ebemkuşağı renginde bir kurdele bağlamış, ellerine kına sürmüş kaya tetirinden. Son bir kez sarılmış, uğurlamış ağlaya ağlaya. Genç kız da hem gider, hem ağlarmış.

Mısır’ın İskenderiye şehrinden dönmekte olan Aziz George, bir kaya dibinde ağlamakta olan kızın hıçkırıklarını duymuş. Atını dizginlemiş:

”-Destur! Niye ağlar, nereye gidersin evladım?"

"Git işine güzel insan. Seni de mahveder O. Ne sinsi yılandır, bilmezsin." 

"-Hele bir derdini deyiver sen?"

Derken anlatmış olan biteni genç kız. 

"-Merak etme, sana yardım edeceğim" demiş Aziz. Sesinde güven veren bir komutanın tonu, kocaman elleri altın sırmalı kılıcının kabzasındaymış.

Onlar konuşa dursun, ejderha yaklaşıyormuş bir yandan. Genç kızı alacak, çaresi yok. Önce alev saçan yakıcı diliyle gözleri alırmış bu zalim. Alevin saçtığı dumandan göz gözü görmez olunca da pençelerini... Halk feryat figan kaçışırmış önünde.  

Aziz çekmiş kılıcını, şahlandırmış atını kahraman bir komutan gibi, sürmüş ejderhanın üstüne. Haykırmış : "Ben, Kapadokya'nın silahşörü! Ben Anadolu mazlumunun sesi, evliyaların nefesiyim!"

 

Bizim Kralımız Kim? Ejderhamız Ne?

Ejderhanın gözünün yaşına bakmamış, saplamış kılıcını böğrüne Aziz. Bir daha, bir daha…

"-Kemerini çıkartıp dola boynuna" demiş gence. Kız şaşkın. Garip bir his kaplamış içini kızın ejderhaya baktıkça.

Bir kement gibi dolayıp kemeri boynuna, sürüklemişler ejderhayı şehrin meydanına. Gören sıvışmış, kaçmış korkudan. Kaçamayan elleriyle yüzünü kapamış korkup gazabından ölü ejderhanın. Bu ejderha, kötülüğün, cehaletin, adaletsizliğin ve zorbalığın temsilcisiymiş oysa. Meğer halk sindikçe, koyunların ve gençlerin kanını içerek semirirmiş bu zalim.

Bir süre sonra cesarete gelen halk da ayaklanıp parçalamışlar ejderhayı. Öyle ki, kurban olmak istemeyen çocukları zorla götüren eli sopalı muhafızlar bile çullanmış üstüne. Vurdukça vurmuşlar. Meşe odunu bu, kolay kırılmaz. Onlar vurup parçaladıkça, zalim kral çıkmaz mı kalın derinin altından.

Aziz George, krallığı da, verilen armağanları da kabul etmemiş; "yoksul köy çocuklarına dağıtın" demiş ve şahlandırmış atını Akdeniz'e doğru ardına bakmadan.

Gökten üç elma düşmüş, birisi ders başı yapan öğretmenlere, diğeri savaşsız, gazsız ve tok bir dünyayı hak eden öğrencilere… Üçüncüsü de, düşleriyle koyun koyuna yatan, zulme karşı direnen siz okuyucularımın başına…

 

Şehri Teyemmüm: Çerkezköy

Böyle bir şehir düşlemiş miydiniz? O zaman düşleriniz gerçek oldu!

Düşleyin ki cemaat susuzluktan teyemmüme durmuş olsun.

Düşleyin ki, vatandaş boy abdestini bırak, içmeye su bulamıyor olsun.

Düşleyin ki, sorumlular “Hükümet Kadın” filminin giriş sahnesindeki yağmur duası repliklerini çalışıyor olsun…

Çeşme başında gülüşen kızlar misali, koca koca adamlar omuzlarında su testisi size su taşıyor. Düşlesenize! Kolay değil halka hizmet vadetmek. Neyse ki, komşu ‘beldenin’ itfaiye teşkilatı var. Yoksa git-gel Kapaklı altı saat.

Altı deyince, bir gerçeğin altını çizmeden geçmek istemedim, Aziz’in at koşturduğu Anadolu topraklarında halen altı çocuktan birisi temiz içme suyuna erişemiyor.

Ya Trakya’da? Şehre bir filmi getiremeyenler, ejderhayı getirmeye çalışıyor. Batı kenti olan şehrimizi, sanayi, bilim, kültür, teknoloji, spor değil, doğa değil, ‘doğu şehri’ yapma yolunda istatistikleri zorluyor…

Sırada, Nuri Bilge Ceylan'ın "Kasaba” filmi var.

İyi dersler…

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.