OSMANLI’DA RAMAZAN GELENEĞİ


Nurhan Acar Azkın

Nurhan Acar Azkın

02 Ağustos 2012, 10:34

Osmanlı Devleti döneminde Astronomi bugünkü kadar gelişmediğinden Ramazan’ın ne zaman başlayıp biteceği günümüzdeki gibi aylar öncesinden belli olmazdı. Ramazan’ın başlangıcını belirlemek için halk, açıklık yerlerde gökyüzüne takip ederek yeni ayın doğuşunu beklerlerdi. Yüksek yerlere gönderilen devlet görevlilerinin veya halktan bazı insanların hilalin göründüğünü, yani yeni Ay’ın doğduğunu söylemesiyle Ramazan ayı başlardı. Hilali görmek yetmezdi, şahit de istenirdi. Hilali görenler hemen şahitlerini de bularak mahkemeye giderek durumu bildirirlerdi. Bu konuda iki kişinin şahitliği gerekirdi. Durum araştırılır, denilen doğru çıkar da Ramazan’ın başladığına veya bitip de bayram olduğuna karar verilirse haberi getirenler ve şahitler yüklü miktarda ödül alırlardı.
 
Ramazan ayının başlangıç ve bitişini, Kadir gecesinin ne zaman olduğunu tespit etmek İstanbul Kadısı’nın göreviydi. Onun görevlendirdiği insanlar özellikle minarelerden hilali gözetlerlerdi. Hilali gördüklerinde şahitleriyle birlikte kadının huzurunda mahkeme kurulurdu. Hilali görenler ‘şu saatte gördüm. Bu gece Ramazan’ın başlangıcıdır. Şahadet ederim’ dedikten sonra şahitlerin de ifadeleri ile durum kesinleşince Ramazan başlamış olurdu. Bütün bu işler gizlilik içerisinde yapılır durumla ilgili bir bilgi dışarıya sızdırılmazdı. Bu sırada Ramazan’ın başladığını halka duyuracak mahyacılar mahkemenin dışında beklerlerdi. Ramazan ayının başlangıcı bu şekilde tespit edildikten sonra durum Bâbıali’ye, oradan da padişaha bildirilirdi. Padişahın onayından sonra Ramazan’ın başladığı halka duyurulurdu. Cami minarelerinde kandiller yakılarak durum halka ilân edilirdi.
Ramazanların en gösterişli eğlenceleri hiç şüphesiz ki ışık oyunlarıydı. Şehrin çeşitli yerleri özel kandillerle aydınlatılır, konak sahibi İstanbullular evlerinin önlerini ışıklandırırdı. Fakat insanların dikkatini en çok celbeden ve büyük bir eğlence kaynağı olan ise bazı Selâtin camilerinin minarelerinin arasına iple kandiller asılarak, yazı ve şekillerden oluşturulan mahyalardı. İlk kez I. Ahmed zamanında Sultanahmet Camii minarelerine asılan mahya, insanlar üzerinde bıraktığı etki ve karşılaştığı beğeni dolayısıyla giderek daha çok camiye asılır olmuştu. Süleymaniye, Yenicami, Atik Valide derken İstanbul’un çift minareli camilerinin hemen hepsine mahya asılır olmuş; eski İstanbul’da mahyacılık da gözde bir zanaat haline gelmişti. Mahyalardaki yazılar genellikle dini içerikli olur, zaman zaman dönemin ruhunu yansıtan ifadelere de rastlanırdı. Yazı yerine kimi zaman resimler de asılırdı. En çok rastlanan yazı “Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan” idi. Ramazan sona ererken de “el-Firak” ya da “Elveda” gibi yazılar yazılırdı. Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı yıllarında mahyalarda “Hilal-i Ahmeri Unutma”, “Hubbü’l Vatan Mine’l İman” gibi ifadelere rastlamak mümkündü. Ramazanda insanlar, selâtin camilerinin avlularında açılan sergileri gezerlerdi. Bu sergilerde çeşitli ülkelerden getirilen kumaşlar, baharatlar, birbirinden leziz şekerlemeler, tesbihler, ağızlıklar gibi ürünler satılırdı. Bu faaliyetler şehrin ticari hareketliliğine de katkı sağlardı.
Osmanlı’da oruç açmak büyük törendi. Ne yemek yapılacağı, neyin ne zaman sofraya geleceği ve hangi yiyeceğin ne zaman sofrada yeneceği belliydi. İftar sofrasında oruç, iftariyeliklerle açılırdı. Çeşit çeşit peynirler, siyah ve yeşil zeytinler, farklı kaplarda gelen rengarenk mis kokulu reçeller, pastırma, hurma ve ekmek yerine bir Ramazan klasiği olan pide, iftariyeliklerin olmazsa olmazlarındandı. İftariyeliklerin ardından akşam namazı eda edilir, daha sonra yemeğe oturulurdu. Önce çorba servise sunulur ve çorbalar bitirildikten sonra 40 tabaktan fazla et, sebze, balık yemeği padişahın sofrasını donatırdı. Ramazanın baş tatlısı olan güllaç ve bunun gibi pek çok tatlı ana yemeklerden sonra afiyetle yenirdi. Tüm bu yiyeceklerin pişirilmesi, sofraya getirilmesi, sofradan kaldırılması adabına göre gerçekleştirilir, sofraya hizmet eden de sofradan yemek yiyen de iftara hürmet gösterirdi. Yemekten sonra teravih namazı için camiye gidilirdi. Cami çıkışında hayır ehli kimseler, cemaate mevsimine göre çeşitli ikramlarda bulunurdu. Yazın soğuk şerbetler, kışın sahlep gibi sıcak içecekler ikram edilirdi.
              Osmanlı’da özellikle Ramazan’da bir kimsenin aç kalması ve iftar yapamaması mümkün değildi. Üstelik köşklere ve konaklara iftar için giden kişi öğrenci ya da yoksul birisi ise ona ‘diş kirası’ adı altında para da takdim edilirdi. Sırf diş kirası geleneği bile Osmanlı insanının ne kadar ince ruhlu olduğunu göstermeye yeterlidir. Zenginler, davetlerine icabet eden fakir ve garibanlara teşekkür duygusuyla, “Siz lutfedip bizim yemeğimizi yediniz, dişleriniz eskidi. Bu ikramımız da eskiyen dişlerinizin kirasıdır.” manasına gelen diş kirasını büyük bir incelik ve nezaketle takdim ederlerdi. Halk, elinden geldiği kadar medreselere, tekkelere yardımda bulunur, buralarda kalan talebeleri ve dervişleri evlerine davet ederek bir müslümana iftar ettirebilme heyecanını ve sevincini yaşardı. Saraydan da padişahın özel ikramı olmak üzere Ramazan boyunca her gün on bin kişilik yemek dağıtılırdı. Yalnızca etli pilav için günde 50 koyun, 4 sığır kesilirdi. 60 aşçıbaşı, 200 kadar yamak ve bir o kadar da hizmetli bu iş için görev yapardı. Padişahtan başka vezirler ve zenginler de nafaka yarışına girerlerdi. İftar vakti konaklarının kapısını açık tutarlar, davetli davetsiz her gelene iftar ettirirlerdi. Yine hayır ehli kimseler büyük camilerin avlularında iftariyelikler dağıttırırdı. Aynı zamanda “veren elle alan elin birbirlerini görmeden” ve ihtiyaç sahibi kişilerin mahcubiyetini ortadan kaldıran “Askıda” geleneği o günlerden günümüze kalan çok güzel bir gelenektir.
 
            Ramazan mahalle bekçisinin davuluyla ilan edilir, sahurda da yine halk davulla uyandırılırdı. Eskiden davulcular zarif insanlardı. Hem davul çalar hem de duruma uygun mani söyler ve bahşiş beklerlerdi. En çok söylenen manilerden biri şöyledir:

Yeni Cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma
Arkadaşım börek ister 

Divan şairleri de bu ayın faziletini ve yüceliğini anlatan ve edebiyatımıza Ramazaniyye adıyla girmiş kasideler yazarlardı.
Gözleri de karnı da doyuran iftar sofrasına nazaran sabah ezanından önce yenen sahurda, mideyi yoracak et yemeklerinden ziyade, karnı bütün gün tok tutacak hamur işleri, pilav ve vücudun şeker ihtiyacını karşılayacak kurutulmuş meyvelerden yapılan hoşaflar yenirdi.
Birçok seyyah, İstanbul ve Ramazan gözlemlerini aktarırken bu ayda camilerin dolup taştığına dikkat çekmektedir. Gündüzleri başta Eyüp olmak üzere İstanbul’un belli başlı türbeleri, geceleri ve bilhassa teravih namazlarında camiler mahşeri kalabalıklara sahne olurdu. Ramazan Ayı’nda camiler her zamankinden farklı olarak sabaha dek açık kalırdı. Bazı Müslümanlar bu ayda, itikaf adı verilen cami içinde bir tür manevi inzivaya çekilme ibadetini gerçekleştirirlerdi. Ramazan Ayı’na has ibadetlerden bir diğeri de camilerde, büyük konaklarda ve bazı evlerde mukabele okunmasıdır. Ay boyunca güzel sesli hafızların okuduğu Kur’an-ı Kerim Ramazan Ayı sonuna gelindiğinde hatmedilmiş olurdu

Osmanlılar, Ramazan ayını bir ibadet ve arınma olarak düşünmenin yanı sıra İslam ölçülerine uygun bir eğlence kültürü de oluşturmuşlardır. Teravih namazından sonra, insanlar ellerinde fenerlerle, güle eğlene, Ramazan'ın ibadetlerini yerine getirmiş olmanın iç rahatlığıyla, Direklerarası'nda eğlenmeye gitmişlerdir. Direklerarası, bugünkü Şehzadebaşı bölgesinde, özellikle Ramazan aylarında halkı eğlendirmek amacıyla, boş alanlara dikilen direklere gerilen çadırların ortasında yapılan eğlencelerdir.  Direklerarası eğlenceleri, eski İstanbul'un eğlence hayatının kaynaştığı en canlı ve hareketli yer olmuştur. Meddah, hokkabaz, kanto, tüluat tiyatrosu, göz boyamacılar (sihirbazlar), halka oynatıcılar, Karagöz, cambazlar, ateş yutan adamlar, dev adamlar ve musiki fasılları sergilenmiştir. Önceleri yalnızca Şehzadebaşı ve çevresinde kurulmuş olan ve adı Direklerarası olan eğlence yerleri, yalnızca Müsluman halka hizmet vermiş, zamanla Beyoğlu’na kayan eğlence yerleri ise daha çok gayrimüslimlerin mekânı haline gelmiştir.
Toplumun yüksek kültürünü oluşturan en önemli ramazan geleneklerden biri de arife gününde Osmanlı sultanlarının ramazan öncesinde kutsal emanetleri ziyaret etmesiydi. Hazreti Muhammed’in vasiyet ederek Veysel Karani’ye hediye ettiği hırkanın bulunduğu Hırka-i Şerif’e arife günü gitmek Osmanlı Sarayı için en önemli ritüellerden biriydi. Bu ritüelin hemen ardından saray sultanlarına çeşitli aşçıların hazırladığı soğanlı yumurtalar ikram edilirdi. Her bir soğanlı yumurtayı tek tek tadan sultanlar, aşçıların ustalıklarını lezzet testine tabi tutardı. En beğenilen soğanlı yumurtanın aşçısı, ramazan ayı boyunca sultanın yemeklerini pişirmeye hak kazandırılarak ödüllendirilirdi. İslam dininin değil ama bir Osmanlı Saray geleneği olan bu yemek, günümüzde bile iftar sofralarının olmazsa olmazları arasında yer almaktadır.
Ramazan'da halkın sıkıntıya uğramaması için devletin üzerinde durduğu en önemli mesele yiyecek sıkıntısı çekilmemesi ve gıda fiyatlarının artmaması idi. Ramazan ayı dolayısıyla gıdaların satılacağı fiyatlar devlet tarafından belirlenir ve bu fiyatların üzerinde satış yapılmaması için görevliler teftişlerde bulunurlardı. Devlet tarafından tespit edilmiş gıda fiyatları bir liste hâlinde bastırılarak dağıtılırdı. Üzerinde en çok durulan iki yiyecek vardı: Ekmek ve et. Ramazan dolayısıyla çıkarılacak ekmek, simit ve çöreğin ne şekilde ve içine neler konularak pişirileceği devlet tarafından kararlaştırılarak fırıncılara duyurulurdu. Ramazan'da satılacak ekmek numunesi padişaha gösterilerek onayı alınır, daha sonra fırıncılardan ekmeğin belirlenen numuneye göre hazırlanması istenirdi. Aynı zamanda satılacağı fiyat da Şaban ayının son günlerinde fırıncılara ilan edilirdi. Önemli bir diğer gıda maddesi olan etin üzerinde de sıkı sıkı durulurdu. Osmanlı döneminde en çok tüketilen et koyun eti idi. Sığır eti lezzetli olmadığı için kullanılmazdı. Tavuk da kısmen kullanılırdı. Halkın Ramazan'da artan et ihtiyacının karşılanması ve et sıkıntısı çekilmemesi için özellikle Trakya'dan İstanbul'a koyun getirtilirdi. Yiyeceklerle ilgili zam yapılması gereken bir durum varsa, uygulanmaz, zam Ramazan ayından sonraya ertelenirdi.

Ramazanın ilk günleri “Hoş geldin”, “Merhaba ya şehri Ramazan” nakaratlı güftelerle Ramazanın gelişinden duyulan sevinç terennüm edilirken son günleri “Elveda” nakaratlı ilahilerle Ramazan’a veda edilirdi. Minareler arasına asılan mahyalar haftada bir değiştirilirdi. Müslüman halk, ikramlarını artırır böylece bu aya hürmet ederlerdi. Gayri müslimler de açıktan açığa yemek yemezler, onlar da bu aya ve Müslümanlara hürmet gösterirlerdi.

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.