TÜRK İŞİ-JAPON İŞİ


Ramazan Azkın

Ramazan Azkın

12 Mayıs 2012, 12:35

  Japonya’da yaşanan büyük doğal felaketten sonra bir çoğumuz -enim yaptığım gibi- “Acaba bizde olsa ne olurdu?” sorusunu içten içe kendisine sordu.


Yanıtını kendimize bile verebilmekten çekindiğimiz bu soru balık hafızamız sayesinde askıya alınsa da her büyük felakette karşımıza yine çıkacak.Belki de kendimize bu soruyu tekrar sorma şansımız bile olmayacak kim bilir!

    Japonya depreminden sonra dikkatimizi çeken ilk şey depremde en güvenli yerlerin binalar  ve çatıları olduğu.Kayıpların bir çoğunun en azından denetimsiz ve deprem yönetmeliğine uygun olmayan binalardan değil de, depreme bağlı okyanustaki  büyük dalga hareketlerinden olduğunu biliyoruz.Japonların sorunu şimdi güvenli bina değil, nükleer santraller ve tusunami , bunlar için kafa yoruyorlar.

    1995 yılındaki Kobe depreminden sonra kentte iki yıl içerisinde 46 bin yeni konutu inşa ettiler.Yine aynı kenti, depremde büyük bölümü kullanılamaz hale gelen Kobe’yi, beş yıl içerinde turistlerin artık daha çok ziyaret ettiği yeni bir kent yaptılar.Bunda Kobe Üniversitesi Şehir Planlamacısı profösörlerin büyük katkısı oldu.

    Depreme karşı öncelikli olarak can ve mal güvenliği önemli gibi görünse de deprem sonrası toplumu toparlamak da bir o kadar  önemli. Japonlar bunu bütün dünyaya gösterdi.Çünkü depremden ders çkarmasını biliyorlar.

Dünyanın en büyük deprem simülatörünü kurdular.Her yıl düzenli olarak deprem tatbikatı ile toplum psikolojisini buna hazırladılar.Yavaş ve yetersiz kurtarma ekiplerini yenilediler. Binaların alt katlarında bulunan mağaza, dükkanların kolonlarını tek tek kontrol ettiler ve sağlamlaştırdılar.  Bir çok semte kanalizasyon kapaklarını deprem anında genel tuvalet olarak kullanılabilecek şekilde tasarladılar.

    Dikkatimizi çeken bir diğer konu da deprem anında tüm japonların sakin ve soğukkanlı davranmalarıydı.Binalarına o kadar güveniyorlardı ki binadan kaçmak ya da camdan atlamak yerine sallanan elektronik eşyaları, yere düşüp kırılmaması için sıkıca tutup beklediler.

Dünyanın beşinci büyük yer sarsıntısı Japonlarda  çok fazla can ve mal kaybına sebep oldu. Ama kaos yaşamadılar.

    Deprem sonrası düzenlerini hiç bozmadılar. Daha önceden belirlenen alanlarda su ve yemek kuyruğuna girdiler.


    1999’daki Türkiye’de körfez depreminin ardından Sakarya‘da yaklaşık 8 bin konut altı yıla yakın bir zamanda bitirilebildi. Deprem sonrası büyük tantana başlatılan  deprem konutları ihalesinde, yolsuzluk yaptığı iddiası ile dönemin imar bakanı yüce divana çıkarıldı.

Yıllar önce hazırlanan “Afet Önleme ve Azaltma Temel Planı”nda belirtildiği gibi olası bir Marmara depreminde yüz binlerce insanın evsiz kalacağı, barınacak ve toplanacak bir alanlarının olmadığını biliyoruz.Toplanma yeri olarak kullanılabilecek yerlerin kamu kurumları eliyle büyük inşaat projelerine verildiğini, özellikle büyük şehirlerde binlerce ölünün gömüleceği bir mezarlık alanının bile olmadığını da!

    Deprem şurada, fay hattı burada, tusunami orada…Biz bunları bilsek ne olur, bilmesek ne olur.Biz ülke olarak sadece tespit yapıyor, bekliyor, ağlıyoruz.Ama çözüm yok.

Afet olduğu zaman nereye gideceğimizi, nerede barınacağımızı, sıcak bir tas çorbayı nerede içeceğimizi biliyormuyuz!Hayır.Normal bir günde bu soruların yanıtı bilemiyorsak afet anında bu nasıl olacak?

Peki 1999 depremi sonrası hiç mi adım atılmadı?Tabi ki atıldı.İlk aşamada 19 ilde pilot olarak uygulanan yapı denetim uygulaması, bu yılın başında  alınan kararla 81 ile yayılması kararlaştırıldı.


    Kaçak yapılaşmanın önlenmesinden, kaliteli beton, demir kullanımı, bina envanteri gibi imar ve iskan ile ilgili bir çok konuyu içine alan yapı denetim kanununun pratikte bir çok soru şaretini içerisinde barındırdığı da bir gerçek.

Yapı denetim sürecinde tanımlanan şantiye şefliği uygulaması, mimar ve mühendislerin imzalarıyla geçiştirilen bir uygulamaya dönüşmesi ihtimali, yapı denetim kuruluşlarının, yapı sahipleri tarafından belirlemesi gerekirken müteahhitin öne çıkması ve bununla birlikte haksız rekabet koşullarının oluşması ile denetim işinin bir piyasa işine dönüşmesi. Ayrıca bir çok mühendise de iş alanı açılmış oluyor.

    Yapı denetim sisteminde öne çıkan en önemli  nokta ise yapı müteahhidi ile denetim kuruluşu arasındaki pazarlık ihtimali.Bu pazarlığın sadece fiyatla sınırlı kalmadığı, asıl tehlike olarak kalitede pazarlık yapılmış olması ihtimali, yapım aşamasında hiçbir kontrol imkanı olmayan ve sonradan  ev satın alacak olan ev sahiplerinin hayatlarının pazarlık konusu yapılmış olması.

    Oysa bu denetim işinin  devlet eliyle, kamu kurumları tarafında oluşturulacak, ticari kaygılardan uzak, özel bir kurul tarafından yapılması daha doğrudur.

Aslında Türkiye’de depremle ilgili İmar Kanunu birçok ülkeninkiyle eş değerde olmasına rağmen uygulama aşamasında yol katedilemiyor.Çünkü bizde zihniyet farklı.

İnsanların yaşamlarını doğrudan etkileyen güvenli bina yapımı ve denetimi, ticari faaliyet  alanının konusu olmamalı.

Japonya da öyle, Türkiye de böyle.

Büyük Japonya depreminde camdan atlayan tek kişinin Türk olduğunu söyleyip sanal alemde, sosyal paylaşım sitelerinde kendimizce mizah üreterek her zaman her konuda olduğu gibi, gülüp geçtik ağlanacak halimize!!!

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.